Salı, Mayıs 03, 2011

NERELERDEYİZ BİZ?


Bu sene bloglarımı güncelleme işini bir türlü dengeye oturtamadım. Kızıyorum kendime, hem de çok. İki kelime yazsam ne olacak? Sonra olaylar, konular birikiyor da birikiyor, paylaşmak istediğim bir çok şey de uçup gidiyor.

Okul açılalı beri koptum ben. Damla'nın okula gel gitleri, ödev yapma kavgaları, Demir'in çılgınlık sendromları, benim pasta işlerim derken dağıldım.

Önce Damlayı anlatayım sonra iyice kabına sığmayan oğlum Demir'i :)....

Damla 1. sınıfa başladı demiştim. Okullu olduk ama görünüşte tabii. Kızım maalesef bunu henüz idrak edebilmiş değil. Yok günahını almayayım ilk dönem öyleydi şimdi biraz daha okul bilinci oturmaya başladı sanki :P.

İlk dönem çok kavgamız oldu. Öğretmeni 'Damla oyun çocuğu, derste hep arkadaşları sohbet halinde hep ayakta oyun peşinde' diyordu.

Harfleri, heceleri öğrenme sürecimiz sancılı geçti bu yüzden. Okumuş okumamış, ödevini yapmış yapmamış umuru değildi.


Evde kardeşi de onu bırakmıyor hiç. Ders çalışmamak için ona bahane oluyor bu durum elbet ama benim sinirlerime iyi gelmiyor haliyle :).

Demir'i mi idare edeyim yoksa Damla'ya ders mi çalıştırayım bilemedim, bocaladım...

Şimdi daha iyiyiz şükür. Biraz daha olayı ciddiye almaya başladı neyseki, umarım seneye daha da ilerleme kaydederiz.

Gerçi öğretmeni hep uyarıyordu velileri. 'Çocuklarınıza baskı yapmayın, onları üzmeyin, okumayan öğrenci kalmayacak zamanla herşey düzene girer' diye ama kime söylüyor...

Böyle panik, böyle tez canlı bir anneye bu laflar pek fayda etmiyor maalesef ki. Ama şimdi görüyorum ki ne kadar haklıymış. Boşuna hem kendimi hem de kızımı üzüyormuşum.

İlkokula başlayacak çocuğunuz varsa benim de size tavsiyem kendi haline bırakın tabii ki iyice başıboş bırakın demiyorum. İlgilenin ama baskı yapmayın kenidinizi de onu da yıpratmayın.



 
Neyseki Damla, okulunu, öğretmenini, arkadaşlarını seviyor. Sosyal faaliyetlere katılıyor. Kendini çeken bir çocuk değil. Bu da beni çok mutlu ediyor. Drama ve folklor oynuyor. Yakında okuma bayramı yapılacak heyecanla onu bekliyoruz. Yaz tatilini de iple çekiyoruz :).

Pazartesi, Şubat 14, 2011

YETMİYOR SAATLER...


Paylaşılmayan ne kadar çok şey oluyor, birikiyor hayatımızda. Hızla geçen günlere yetişemiyoruz.

Yapmak istediğimiz ne kadar çok şey var değil mi? Ama günler saatler yetmiyor işte.

Biraz yavaşlasak, sindire sindire yaşasak günlerimizi. Çocuklarımızla, sevdiklerimizle bolca vakit geçirsek, ev işlerine de yetsek, işimize gücümüze de,  kendimizi de unutmayalım elbet. Kimi zaman değil kendimize bakmak aynaya bakmaya vakit bulamıyoruz belkide.

Akşam olup başımızı yastığa koyduğumuzda günün muhakemesini yaparız çoğumuz. Bazen o günden tatmin olmuşluğun verdiği huzurla, bazen de hayıflanarak, ertesi güne sarkan yetiştiremediğimiz işlerin ağırlığı ile uykuya dalarız.

Yok yok yetmiyor saatler...

Sevgimizi doya doya yaşamaya da yetmiyor.

Sevmek ve sevilmek dünyanın en güzel şeyleri. 

İnançlarımızdır bizleri ayakta tutan. Sevgiye inancımızda sonsuz. Sevginin gücünü kim inkar edebilir?

Her şeyin başı sevgidir.

Sevgililer Günü gelmiş bu arada.

İnanıyor musunuz bu 'gün'e? Size ne ifade ediyor? 

'Sevgimizi göstermenin günü mü olurmuş?' diyenleri duyar gibiyim. Her gün coşku ile sevginizi insanlarla paylaşabiliyorsanız ne mutlu size.

Olaya nasıl baktığınıza bağlı sanırım.

Böyle günlerde insanlarda bir baskı oluşuyor bu bir gerçek. Birileri onları sevdiğimizi göstermemizi bekliyor.


Göstermelik olmasın sevgimiz. Kalpten, samimi, karşılıksız olsun.

Sevginizi göstermenin bir sürü yolu var. Bir tatlı dokunuş, bir anlamlı mesaj, kendi ellerinizle yaptığınız emek verdiğiniz bir şey.

Bu gün 'Sevgi Günü' anlamına geliyor benim için. Kızım Damla'nın da dediği gibi :)... Dili sürçerek 'Sevgi Günü' demişti. Ne kadar da doğru söyledi.

Anne sevgisi, çocuk sevgisi, eş dost sevgisi, kardeş sevgisi...

Çocukları olan için,  yeryüzünde hiçbir şey evlat sevgisinden üstün değildir.

Karşılıksız sevginin en güzel örneğidir.

Bir annenin, çocuğuna olan sevgisini anlatan yaşanmış hikayelerden bir örnek:

''1863'te genç bir Galler anne, çocuğuyla birlkte evinden iki kilometre kadar uzaklıktaki bir tanıdığını ziyaret etmek için evinden yola çıkar. Aniden sert rüzgarlarla birlikte şiddetli bir kar fırtınasına yakalanır ve yolunu kaybeder. Onu aramak için gönderilen ekip genç kadını , üstünde yalnız iç çamaşırlarıy donmuş halde bulur.

Çocuk yanında yoktur. Aramaya devam edilir ve çocuğu yakında bir yerde, annesinin elbiselerine sarınmış bir durumda bulurlar. Çocuk yaşıyordur.

Bu çocuk, büyüyünce, Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltereye başbakan olan David Lloyd George'dur.

Yüreğinizde sevgiler hiç bitmesin. Unutmayın, bizi bu hayatta ayakta tutan şey SEVGİDİR...

Uzun zamandır ihmal ettiğiniz sevdiklerinizi aramak ve Seni Seviyorum demek için bu günü bahane edin. Ne kaybedersiniz? :).


Sevgilerimle,